Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım: Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştı; Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl… Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl. Muhitin hali “insaniyet”in timsalidir sandım; Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım! Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad. O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu: Ki vadiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu. Ne muhrik nağmeler, ya Rab, ne mevcamevc demlerdi: Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi! -Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin. Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? O zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun, Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun! Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatı...