Batı müziğinde iki sesin arası iki eşit parçaya bölünmektedir ve arada kalan ses diyez ya da bemol ifadeleriyle tanımlanır. Ancak Türk Müziğinde iki notanın arası her birine koma ismi verdiğimiz 9 eşit parçaya ayrılmaktadır. 1,4,5 ve 8 komanın özel isimleri ve harfleri(rumuz) vardır. Makamları ortaya çıkaracak olan dörtlü ve beşliler oluşturulurken bu isimler ve harflerden yararlanılır.
Bazı yakınlarım bir konuda beni ikide bir kınamışlardır. “Sen bağışlamayı bilmiyorsun” demişlerdir. O zaman ben de “Bağışlamak Tanrı’nın işi olabilir ancak, ben kimim ki bağışlayayım!” demişimdir. Bu konuda sık sık yüklenirlerdi bana birileri. Sessizce kopmayı ustaca becerdiğimi çok iyi biliyorlardı. Birinden koptuktan sonra o birine aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranabildiğimi ama onu tümüyle gözden çıkardığımı biliyorlardı.
Yakınlarım bilirler benimle kavga etmenin çok zor olduğunu. Kurnazlıklardan ve ikiyüzlülüklerden tiksindiğimi de. Bağları koparıveririm. Hala tartışıyorsam, o ilişkiden hayır vardır. Tam anlamında susmuşsam, hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsam her şey bitmiş demektir. Birinin kabalığını, dangalaklığını, beni aptal yerine koymasını gürültü patırtıyla ödetmeyi düşünmem de kopar giderim, o zaman bütün olan bitenden sonra o insana karşı iyinin de iyisi olurum. Oradayımdır ama artık yokumdur, kaçmışımdır. Karşılaştığımızda ona herhangi bir dokundurmada bulunmayı düşünmem. Konuyu açmaya kalkarsa anlamazdan gelirim. Açık açık o konuya dönmek isterse olan biteni çoktan unuttuğumu söylerim.
Eşim son günlerinde hasta yatağında bir ortak arkadaşımıza “Afşar’ı kaybetmek istemiyorsan çok dikkatli ol, sana hiç sezdirmeden elinden kaçabilir” gibilerden bir şeyler söylemişti. Birileri şöyle düşünebilir: bu adam çetin ceviz görünümündeydi, ama o olaydan sonra şeker gibi oldu. Doğrudur. Ben kin nedir bilmem, düşmanlık nedir bilmem. Ben yalnızca kopmayı, çekip gitmeyi, bir daha görünmemecesine uzaklaşmayı bilirim. Sessizce uzaklaşmayı. Bütün bunlar benim hoşgörüsüz biri olduğumu düşündürmemeli.
Tersine, pekçok şeyi, hatta çok kişinin inatla hoşgörmeyeceği pekçok şeyi hoşgörebilirim. Ters bir yanına raslamıştır derim. Dalgınlıkla yapmıştır derim. Belki bir şeye öfkelendi de benden çıkardı derim. Ağzından kaçırmıştır derim. Ama beni aptal yerine koyarcasına, göz göre göre yapılan bir kabalığı ya da saldırganlığı hoşgörmeyi düşünmem. Küsmek diye bir alışkanlığım yoktur. Birkaç kişi küstü bana. Yapmayın, bir selamımız kalsın dedim, raslaştıkça merhaba der geçeriz. Dedim ve dinletemedim. Dinlemediler ama küstükleri adamdan anı yazıyoruz ayağına kitaplarında sözetmekten de geri durmadılar. Bana garip gelir bu. Birini sildinse her şeyiyle, anılarıyla da sileceksin. Benim öyle bir derdim yok. Küsen ben değilim ki. Ama sen küsüyorsan bana, ben senin için artık bir hiç olmalıyım.
İncelikli davranmaya, elimden geldiği kadar kimseyi incitmemeye özen gösteriyorum.
Bizler halk çocuklarıyız, incelikli davranmanın kalıplarını bilmeyiz, bunun nasıl olacağını bilgilerimizden ve deneylerimizden çıkarmaya bakarız. Eh, o da bir şey. Ne olursa olsun, kimse bana kırılmasın istiyorum. Şu garip dünyada özellikle karşı cins açısından bunun sakıncaları oluyor. Bazı genç hanımlar ya da yakınları benim bu özenli davranışımdan bir “asılma” anlamı çıkarabiliyorlar. En çok korktuğum da o. Ona çok üzülüyorum. Sövmeyi, ayıp sözler etmeyi, yakası açılmadık fıkralar anlatmayı bilmediğim gibi “ulan” demeyi bile doğru dürüst beceremem. Hele yaşlandıktan ve dul kaldıktan sonra genç karıkocaların olabildiğince uzağında durmaya çalışıyorum. Korktuğum başıma gelmiyor mu? Seyrek de olsa geliyor. Ama o kaçıp gitme huyum burada da işe yarıyor. “Aman hocam, görüşemiyoruz, sizi bir akşam bize bekliyoruz!” Hayır der miyim! Ayıp olur. Şöyle bir şeyler söylüyorum: “Efendim şu günler ben gene bir takım işlere daldım, bu arada kolitim de iyice azdı, önümüzdeki günlerde ne yapıp yapıp bir araya gelelim.” Böyle diyorum ama koydunsa bul.
Özür dilemeyi bilselerdi ben hemen unutur giderdim. Bu toplumun insanı özür dilemeyi bilmiyor hatta onursuzluk sayıyor. Üste çıkmak için yalanlarla kendini savunuyor ama özür dilemiyor. Biri gelsin kafamı yarsın, bana kimsenin aklına gelmeyecek kötülüklerde bulunsun, gelip özür diledi mi bitti. Ondan sonra ne bağışlamak sorunu kalır ne kopmak ne görüp de tanımamak. Bunların hiçbiri olmaz.
Geçmişe bakıyorum da gözümü oymaya kalkan insanların bile benden özür dilemediğini düşünüyorum. Hatta küstahlaşanlar vardı: tamam ben bunu yaptım ama bile bile yaptım falan… Pislik gibi üste çıkacak ya. Birilerine bir gün bile şöyle demedim, keşke deseydim: “Bağışlamak ne demek, bunu nereden çıkarıyorsunuz? Bana en büyük kötülüğü yapmış olan biri benden özür dilediği an ne bağışlamak sorunu kalır ne de başka bir sorun. Yanlış yaptım özür dilerim diyen birine hala olumsuz duygular besleyebilmek için insanın eşek olması gerekir. Ama sizler özür dilemeyi küçüklük sayıyorsunuz, özür dilediğiniz gün yerin dibine geçeceğinizi, küçüldükçe küçüleceğinizi düşünüyorsunuz. Oysa yaptıklarınız sizi yerin dibine geçiriyor. Özür dilerseniz yücelirsiniz. Özür dilemek erdemdir.”
AFŞAR TİMUÇİN
afsar@acikgazete.com
Yakınlarım bilirler benimle kavga etmenin çok zor olduğunu. Kurnazlıklardan ve ikiyüzlülüklerden tiksindiğimi de. Bağları koparıveririm. Hala tartışıyorsam, o ilişkiden hayır vardır. Tam anlamında susmuşsam, hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsam her şey bitmiş demektir. Birinin kabalığını, dangalaklığını, beni aptal yerine koymasını gürültü patırtıyla ödetmeyi düşünmem de kopar giderim, o zaman bütün olan bitenden sonra o insana karşı iyinin de iyisi olurum. Oradayımdır ama artık yokumdur, kaçmışımdır. Karşılaştığımızda ona herhangi bir dokundurmada bulunmayı düşünmem. Konuyu açmaya kalkarsa anlamazdan gelirim. Açık açık o konuya dönmek isterse olan biteni çoktan unuttuğumu söylerim.
Eşim son günlerinde hasta yatağında bir ortak arkadaşımıza “Afşar’ı kaybetmek istemiyorsan çok dikkatli ol, sana hiç sezdirmeden elinden kaçabilir” gibilerden bir şeyler söylemişti. Birileri şöyle düşünebilir: bu adam çetin ceviz görünümündeydi, ama o olaydan sonra şeker gibi oldu. Doğrudur. Ben kin nedir bilmem, düşmanlık nedir bilmem. Ben yalnızca kopmayı, çekip gitmeyi, bir daha görünmemecesine uzaklaşmayı bilirim. Sessizce uzaklaşmayı. Bütün bunlar benim hoşgörüsüz biri olduğumu düşündürmemeli.
Tersine, pekçok şeyi, hatta çok kişinin inatla hoşgörmeyeceği pekçok şeyi hoşgörebilirim. Ters bir yanına raslamıştır derim. Dalgınlıkla yapmıştır derim. Belki bir şeye öfkelendi de benden çıkardı derim. Ağzından kaçırmıştır derim. Ama beni aptal yerine koyarcasına, göz göre göre yapılan bir kabalığı ya da saldırganlığı hoşgörmeyi düşünmem. Küsmek diye bir alışkanlığım yoktur. Birkaç kişi küstü bana. Yapmayın, bir selamımız kalsın dedim, raslaştıkça merhaba der geçeriz. Dedim ve dinletemedim. Dinlemediler ama küstükleri adamdan anı yazıyoruz ayağına kitaplarında sözetmekten de geri durmadılar. Bana garip gelir bu. Birini sildinse her şeyiyle, anılarıyla da sileceksin. Benim öyle bir derdim yok. Küsen ben değilim ki. Ama sen küsüyorsan bana, ben senin için artık bir hiç olmalıyım.
İncelikli davranmaya, elimden geldiği kadar kimseyi incitmemeye özen gösteriyorum.
Bizler halk çocuklarıyız, incelikli davranmanın kalıplarını bilmeyiz, bunun nasıl olacağını bilgilerimizden ve deneylerimizden çıkarmaya bakarız. Eh, o da bir şey. Ne olursa olsun, kimse bana kırılmasın istiyorum. Şu garip dünyada özellikle karşı cins açısından bunun sakıncaları oluyor. Bazı genç hanımlar ya da yakınları benim bu özenli davranışımdan bir “asılma” anlamı çıkarabiliyorlar. En çok korktuğum da o. Ona çok üzülüyorum. Sövmeyi, ayıp sözler etmeyi, yakası açılmadık fıkralar anlatmayı bilmediğim gibi “ulan” demeyi bile doğru dürüst beceremem. Hele yaşlandıktan ve dul kaldıktan sonra genç karıkocaların olabildiğince uzağında durmaya çalışıyorum. Korktuğum başıma gelmiyor mu? Seyrek de olsa geliyor. Ama o kaçıp gitme huyum burada da işe yarıyor. “Aman hocam, görüşemiyoruz, sizi bir akşam bize bekliyoruz!” Hayır der miyim! Ayıp olur. Şöyle bir şeyler söylüyorum: “Efendim şu günler ben gene bir takım işlere daldım, bu arada kolitim de iyice azdı, önümüzdeki günlerde ne yapıp yapıp bir araya gelelim.” Böyle diyorum ama koydunsa bul.
Özür dilemeyi bilselerdi ben hemen unutur giderdim. Bu toplumun insanı özür dilemeyi bilmiyor hatta onursuzluk sayıyor. Üste çıkmak için yalanlarla kendini savunuyor ama özür dilemiyor. Biri gelsin kafamı yarsın, bana kimsenin aklına gelmeyecek kötülüklerde bulunsun, gelip özür diledi mi bitti. Ondan sonra ne bağışlamak sorunu kalır ne kopmak ne görüp de tanımamak. Bunların hiçbiri olmaz.
Geçmişe bakıyorum da gözümü oymaya kalkan insanların bile benden özür dilemediğini düşünüyorum. Hatta küstahlaşanlar vardı: tamam ben bunu yaptım ama bile bile yaptım falan… Pislik gibi üste çıkacak ya. Birilerine bir gün bile şöyle demedim, keşke deseydim: “Bağışlamak ne demek, bunu nereden çıkarıyorsunuz? Bana en büyük kötülüğü yapmış olan biri benden özür dilediği an ne bağışlamak sorunu kalır ne de başka bir sorun. Yanlış yaptım özür dilerim diyen birine hala olumsuz duygular besleyebilmek için insanın eşek olması gerekir. Ama sizler özür dilemeyi küçüklük sayıyorsunuz, özür dilediğiniz gün yerin dibine geçeceğinizi, küçüldükçe küçüleceğinizi düşünüyorsunuz. Oysa yaptıklarınız sizi yerin dibine geçiriyor. Özür dilerseniz yücelirsiniz. Özür dilemek erdemdir.”
AFŞAR TİMUÇİN
afsar@acikgazete.com
Yorumlar