Ana içeriğe atla

Kayıtlar

İLGİNÇ etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Makamsal Türk Müziğinde Aralıklar ve Koma Değerleri

Batı müziğinde iki sesin arası iki eşit parçaya bölünmektedir ve arada kalan ses diyez ya da bemol ifadeleriyle tanımlanır. Ancak Türk Müziğinde iki notanın arası her birine koma ismi verdiğimiz 9 eşit parçaya ayrılmaktadır. 1,4,5 ve 8 komanın özel isimleri ve harfleri(rumuz) vardır. Makamları ortaya çıkaracak olan dörtlü ve beşliler oluşturulurken bu isimler ve harflerden yararlanılır.

Arasındaki tek farkı bulunuz..

Tuvalet lokanta..

Aman ha şaşı olmayın..

MİMAR SİNAN

Rivayet olunur ki Edirne Selimiye Camii inşaatı sırasında genç mimarlar artık yaşı epey ilerlemiş bulunan Mimar Sinan ’ın hala Baş Mimar sıfatıyla ortalarda dolaşmasını eleştirmeye başlarlar. Sinan bu söylentilerden habersiz gibi görünür. Hatta ileri yaşını kendisi de bahane ederek inşaatta fazla bir iş almak istemez. Gençlere fırsat tanır. Kendisi ise sadece iki minarenin inşasıyla uğraşacak böylece kendini fazla yormayacaktır. Bu durum aleyhindeki söylentileri arttırır. Minarelerin inşaası bitince Mimar Sinan diğer mimarlara “ Gidin bakın olmuş mu? ” der. İhtiyar adamın kusurlarını bulma umuduyla minarelere giden mimarlar Mimar Sinan’ın gerçek bir Baş Mimar olduğuna inanmış olarak dönerler. Mimar Sinan inşa ettiği her bir minarede şerefelere çıkan üç merdiven yapmıştır. Bu merdivenler sarmal şekilde yukarıya çıkar. Birinci merdivenden çıkan birinci ve üçüncü şerefeye, ikinci merdivenden çıkan yalnız ikinci ve üçüncü şerefeye ve üçüncü merdivenden çıkan da üçüncü şerefeye ulaşır.

CİCERO

Cicero dünyanın bilinen en iyi hatiplerindendir. Garip olan şu ki, geçmişinde kekemeymiş! Bunu yenmek için derenin kenarına gider, ağzında çakıltaşları olduğu halde konuşmaya çalışırmış. Buyrun, sonuç ortada!...

Hezar Esrar (Bin Sır)-OSMANLI'DA BİLİM

150 yıl önce yayınlanmış Hezar Esrar (Bin Sır) kitabının yazarı 1826 yılında Tıbhane Nazırı olan Mustafa Behçet Efendi 'dir. Bu adam Osmanlı'da modern bilimin öncülerinden kabul edilir. Mustafa Behçet Efendi, Hezar Esrar adlı kitabin 711. sırrı olarak deneysel-labaratuvar çalışmasını şöyle takdim eder : Bir tavuk yumurtasını kaynatınız. Eğer gözlerinizi kaynayan yumurtaya dikerken, diğer elinizle hayalarınızı tutuyorsanız, katılaşmakta olan yumurta katılaşmaz. Üstelik Mustafa Behçet Efendi bu deneyi bilimsel olsun diye şahitler huzurunda yapıyor. !!! İşte bir deney daha : Kulağınıza pire kaçmışsa, hangi kulağınıza kaçmış ise, o taraftaki hayanızı kavice sıkın, pire kulağınızdan kaçar... Bir diğer deney: Bir kutunun içine kirli gömleğinizi koyunuz, üstüne üç-dört buğday tanesi atınız, kutuyu kapatınız, bir kaç gün sonrada kutudan fare çıkacaktır... NİHAT GENÇ “Köpekleşmenin Tarihi” İletişim Yayınları

KANGURU : BİLMİYORUM

James Cook , Avustralya kıtasına çıkışında garip bir hayvana rastlar. O ana  kadar hiç görmediği bu hayvan zıplayarak hareket etmekte ve yavrusunu da karnındaki cep benzeri bölümde taşımaktadır.Daha sonra bu hayvan hakkında bilgi edinmek ister ve bir Avustralya yerlisine işaretlerle bu hayvanın ne olduğunu sorar. Yerli cevap olarak " KANGURU " der. O zamandan beri biz insanlar bu hayvanlara kanguru diyoruz, yalnız garip olan şu ki; kanguru Avustralya yerlilerinin dilinde " bilmiyorum " demekmiş. suNay aKın

KAHVE AĞACININ ÖYKÜSÜ

Tarih toplum dergisi 1992/101. sayısında Halil Erdoğan Cengiz ’in “Kahvenin Kirli Çamaşırları” adlı uzun ve renkli yazısında bir ara başlık: Kahvenin Kahpeliği . Bu başlık altında 1820 yılında Hassa Ordu’yu Hümayunu Muhasebecisi Muhammed Şevket Efendi’nin ilginç bir yazısını aktarıyor. (kısaltıyorum) “ Geçmiş zamanlarda Yemen illerinde düşük ahlaklı bir kadın varmış. Öldüğünde müslüman ahali ölüyü yıkamaz, mezarlığına gömmez, hıristiyanların mezarlığına atar. Hıristiyanlarda düşük ahlaklı bu kadının cesedini mezarlıklarına reva görmeyip çıkarıp atarlar. Bir şeyh, ortada kalmış cesedi, müritleri vasıtasıyla yıkattırıp kendi tekkesinin bahçesine gömdürür. Bir zaman sonra kadını tam cinsel organı üzerinden bir ağaç peydah olur; Kahve ağacı. Bu yüzden kahve çekirdeği kadının cinsel organına benzer. Bu kahve kadınlarda bulunan çekiciliği, albeniliği taşıdığı içindir ki kahve içenler tiryaki olurlar. (S.171) NİHAT GENÇ “Köpekleşmenin Tarihi” İletişim Yayınları

pisagor, tarikat ve sus işareti !

Bilindiği üzere Pisagor resmi tarihe tarihinde dik üçgenlerin sırrını dünyaya indiren ölümlü olarak geçer. Oysa Pisagor bir tarikatın kurucusudur da aynı zamanda. Bu tarikatın inancına göre "evrende her şey sayılarla idare ediliyordu ve sayılarla izah edilebilirdi." Pisagor bir istekliyi yoluna kabul etmek için pek zor beğenir bir kimseydi. “ Her ağaç bir Hermes yapmaya yaramaz ” derdi. Onun tarikatına girmek isteyenlerin bir süre deney ve çilelere tabi olması şart kılınmıştı. Müritliğe kabul edilen çocuk, hiç olmazsa iki yıl hazırlıkla meşgul olurdu. Müride, bu süre zarfında “AKUSİKO”, yani DİNLEYİCİ” adını verirlerdi. Dinleyici ders esnasında mutlak şekilde susmaya mecburdu. Ne hocasına bir sey sormaya mezundu ne de ders hakkında tartışmaya... Yalnız dersleri tam bir saygı ile kabul etmeye, ondan sonra onları kendi kendine uzun uzun düşünmeye bakmakla görevlendirilmişti. Bu kuralı dinleyicinin beynine işlemek için uzun bir örtüye bürünmüş bir kadın heykeli gösterirlerdi

GİBİ SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE...

Türkler otomobilden önce atlarına düşkündüler. Öyle ki, atları öldüğünde derisini yüzer ve içini samanla doldururlardı. Gözlerini önünden ayırmadıkları bu heykele de “ kipi ” adını verirlerdi. Bu sözcük Türkçemizde “ gibi ”ye dönüşmüştür. (s.22) SUNAY AKIN ÖNCE ÇOCUKLAR VE KADINLAR ÇINAR YAYINLARI 1.BASIM İSTANBUL, EKİM 1999

ÇAYKOVSKİ VE SPONSORU!!...

Nadejda Filaretovna von Meck , genç yaşta evlendiği demiryolu mühendisi olan eşini 1876’da kaybettiğinde, on bir çocuğuyla birlikte büyük bir servetin sahibi olur. Zengin dul, Rus aristokratlarının yaşantısına ayak uydurmak yerine inzivaya çekilir. Dönemin ünlü bir bestecisine hayran olan bu bayan, onu yıllık düzenli bir gelire bağlar. Böylelikle de besteci, geçim derdinden uzaklaşarak tamamıyla müziğe verir kendini. Müzik sever kadının Kiel'deki köşkünde ve Simaki’deki evinde kalan besteci , dördüncü senfonisini “ en iyi arkadaşıma ” diyerek bayan von Meck ’e ithaf eder.İki insan 13 yıl mektuplaşırlar ama hiç görmezler birbirlerini. Besteci , 13 yılın ardından aldığı bir mektupla hayal kırıklığına uğrar. Bayan Meck , iflasın eşiğinde olduğunu ve yardımı keseceğini yazmaktadır. Önceleri zengin bir kadının kaprisi olarak yorumlar mektubu. Onuru kırılır ama “ en iyi arkadasına ” duyduğu yakınlık üstün gelerek, Bayan von Meck ’den uzaklaşmak istemez. Ne var ki bestecinin tüm yaklaşı

CARL GAUSS

Ekim 1795 yılında Göttingen Üniversitesi’ne kaydolduğu zaman “ Matematikçi mi olayım, edebiyatçı mı olayım? ” diye düşünüyordu ve bu kararsızlığı altı ay kadar sürdü. Matematik ve edebiyat dünyaları nefeslerini tuttular. Sonunda 30 Mart 1796 tarihinde bir defter açtı, “ Bugün eşkenar bir onyedigenin cetvel ve pergelle nasıl çizileceğini buldum ” dedi. Bu aynı zamanda onun matematikçi olmaya karar verişi de oldu. Bu problem ikibin yıldır açık olan bir problemdi... CARL FRİEDRİCH GAUSS bu hatıra defterini, matematiksel hatıra defterini, ölünceye kadar kullandı. Bu defter ancak o öldükten 43 yıl sonra ortaya çıktı ve içinde 146 tane, basılmamış, küçük küçük çok önemli teorem bulundu. Bütün hayatı boyunca “ öz ama olgun ” ilkesiyle hareket etti ve çok az yayın yaptı ama her yaptığı yayın, her bulduğu buluş tam, olgun ve mükemmeldi. Çalışmalarını sade bir odada gerçekleştirdi; çıplak bir masa, mobilyasız bir oda ve ancak yetmişinci doğum gününde arkadaşları ve gençler tarafından ikna ed

YANLIŞ İFADENİN SEBEP OLDUĞU ÖLÜM

III. Selim zamanında zamanın en bilgili ve en saygın bilim adamı Şanizade Ataullah Efendi 'dir. Bizim topraklarımızda meyve veren ağacı taşlamak adetten olduğu için Ataullah Efendi 'de hak ettiği yerlere bir türlü gelemez. Saray hekimi ölünce yerine onun atanması beklenirken u gerçekleşmediği gibi saray hekimliğine atanan sadrazamın adamı hakkında dedikodu ettiği iftirasıyla sürdürülür. Padişah daha sonra durumu anlar ve Ataullah Efendi hakkında af çıkarır. Fakat Ataullah Efendi 'ye af fermanını götüren görevli heyecandan şaşırıp, " İtlakınıza ( affınıza ) ferman getirdim " diyecek yerde, " İtlafınıza ( idamınıza ) ferman getirdim " deyiverince Ataullah Efendi hemen fenalaşır ve ölür...

“yetmişikibuçuk millet” deyiminin kökeni

Dilimizde geçen “ yetmişikibuçuk millet ” deyiminin kökeni şu imiş meğer : Tanrı-Kral Osiris ’i kardeşi Set ’le yetmişiki kişiyi oyuna getirip bir sandığa tıkar, sandığı kurşunla lehimleyip suya atarlar. “Yetmişiki” sayısı üçler, yediler, kırklar gibi mitos’larda kullanılan bir sayı... Türkler, Çingene 'yi horlamak için onları “buçuk millet” sayıp “yetmişikibuçuk” millet ya da “yetmişiki millet” demişler. ( Aziz Nesin . Okuduğum Kitaplar. Birinci Basım: Ekim 2000. Adam Yayınları. S.211) ben bu bilgiyi Aziz Nesin ’in “ Okuduğum Kitaplar ” isimli kitabında buldum. Aziz Nesin de çevirisini Bilge Karasu ’nun yaptığı D.H.Lawrance ’ın "Ölen Adam" kitabından aktarmış.

gLobaLkoLik köY !!